DUA

Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyor; “Dua ibadetin ta kendisidir.” [1]
İnsanın kendini muhtaç hissetmediği vakit büyükleneceği açıktır. [2] Tarih de buna şahit olmuştur. Fir’avunlar, Nemrutlar acziyetini unuttuklarında ve her şeyin kendi yed-i kudretinde olduklarını sandıklarında azgınlaşmışlardır. [3] Halbuki; Samed olan (kimseye muhtaç olmayan ve herkesin kendisine muhtaç olduğu zat) Allah’tır. Dolayısıyla, kula düşen Samed’den yardım istemektir. İşte; bu yardım talebi (olan dua), kişinin aczini idrak edişinin sonucudur. Ve ihtiyacını ancak her şeye kadir olan Allah’ın temin edeceğinin şuuruna varan insan Allah’a sığınır. Esasen, ibadet bundan başka bir şey değildir. [4] Bir rivayette, Resulullah (s.a.a), yaratılış gayemiz olan ubudiyetin özünün/iliğinin dua olduğunu bildirmiştir. [5]

Dua’nın kelime anlamı “çağırmak, seslenmek ve istemek”tir. Genelde kullanıldığı biçimiyle dua; bir şikayetten, bir ıstırap iniltisinden, bir dostluk ve yardım dilemekten ibarettir ki küçükten büyüğe ve aşağıdan yukarıya doğru olur. Bu yardım çağrısının cevapsız kalmaması için duanın yardım etmeye muktedir birisine veya bir şeye yönelik olması lazım gelir. Yani; fakir, zenginden; cahil, alimden; aciz, muktedirden; zayıf, kaviden… yardım ister.

Duanın ana hedefi insanın halini Allah’a arz etmesi ve ona niyazda bulunması olduğuna göre dua kul ile Allah arasında bir diyalog anlamını taşır. Bir başka söyleyişle dua sınırlı, sonlu ve aciz olan varlığın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile kurduğu bir köprüdür. [6] Allah’a ilticadır dua… [7]

Bu yakarış yalnız Allah’a olmalıdır. Başkasından yardım taleb edildiğinde bunun cevapsız kalacağı açıktır. Kur’an-ı Kerim’de;

“Ve Allah'dan başka, sana faydası da, zararı da dokunmayacak olan şeylere yalvarma! Eğer yalvarırsan, o zaman hiç şüphesiz sen zalimlerden olursun. Ve eğer Allah, sana bir zarar dokunduracak olursa, onu O'ndan başka giderecek yoktur. Ve eğer sana bir hayır dilerse, o zaman da O'nun hayrını engelleyebilecek kimse yoktur. O, lütfunu dilediği kuluna nasip eder. Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.” (Yunus: 106-107)

“Allah'ı bırakıp taptıklarınız da tıpkı sizin gibi kullardır. Eğer iddianızda doğru iseniz haydi onları çağırın da size cevap versinler.”(A’raf: 194) gibi nice ayetlerde bu gerçek beyan edilmiştir. [8]

Genel olarak duanın bizim bildiğimiz şeklinin dışında başka türleri vardır. Üstad Said Nursî (r.a) bunları şu şekilde açıklamıştır;

“…Dua bir sırr-ı azîm-i ubudiyettir Belki ubudiyetin ruhu hükmündedir. Dua üç nevidir.
Birinci nevi dua: İstidat lisanıyladır ki, bütün hububat, tohumlar, lisan-ı istidatla Fâtır-ı Hakîme dua ederler ki, “Senin nukuş-u esmânı mufassal göstermek için bize neşvünemâ ver. Küçük hakikatimizi sümbülle ve ağacın büyük hakikatine çevir.”


Hem şu istidat lisanıyla dua nev'inden birisi de şudur ki: Esbabın içtimaı, müsebbebin icadına bir duadır. Yani, esbab bir vaziyet alır ki, o vaziyet bir lisan-ı hal hükmüne geçer; ve müsebbebi, Kadîr-i Zülcelâlden dua eder, isterler. Meselâ su, hararet, toprak, ziya, bir çekirdek etrafında bir vaziyet alarak, o vaziyet bir lisan-ı duadır ki, “Bu çekirdeği ağaç yap, yâ Hâlıkımız” derler. Çünkü, o mucize-i harika-i kudret olan ağaç, o şuursuz, câmid, basit maddelere havale edilmez, havalesi muhaldir. Demek, içtima-ı esbab bir nevi duadır.

İkinci nevi dua: İhtiyac-ı fıtrî lisanıyladır ki, bütün zîhayatların iktidar ve ihtiyarları dahilinde olmayan hâcetlerini ve matlaplarını ummadıkları yerden, vakt-i münasipte onlara vermek için, Hâlık-ı Rahîmden bir nevi duadır. Çünkü, iktidar ve ihtiyarları haricinde, bilmedikleri yerden, vakt-i münasipte onlara bir Hakîm-i Rahîm gönderiyor. Elleri yetişmiyor; demek o ihsan, dua neticesidir.

Elhasıl, bütün kâinattan dergâh-ı İlâhiyeye çıkan, bir duadır. Esbab olanlar, müsebbebâtı Allah'tan isterler.

Üçüncü nevi dua: İhtiyaç dairesinde zîşuurların duasıdır…/… Meşhur duadır…”


Bu dua da iki çeşittir; biri fiilî, diğeri ise kavlî duadır. Üstad Said Nursî şu örnekleri vererek konuya açıklık getirmiştir;

“…Meselâ çift sürmek fiilî bir duadır. Rızkı topraktan değil; belki toprak, hazine-i rahmetin bir kapısıdır ki, rahmetin kapısı olan toprağı sabanla çalar.

İkinci kısım, lisanla, kalble dua etmektir. Eli yetişmediği bir kısım metâlibi istemektir. Bunun en mühim ciheti, en güzel gayesi, en tatlı meyvesi şudur ki: Dua eden adam anlar ki, Birisi var, onun hâtırât-ı kalbini işitir, herşeye eli yetişir, herbir arzusunu yerine getirebilir, aczine merhamet eder, fakrına medet eder…

…Nasıl bir çocuk, eli yetişmediği bir meramını, bir arzusunu elde etmek için ya ağlar, ya ister. Yani, ya fiilî, ya kavlî lisan-ı acziyle bir dua eder, maksuduna muvaffak olur. Öyle de, insan, bütün zîhayat âlemi içinde nazik, nazenin, nazdar bir çocuk hükmündedir. Rahmânü'r-Rahîmin dergâhında, ya zaaf ve acziyle ağlamak veya fakr ve ihtiyacıyla dua etmek gerektir. Tâ ki, makasıdı ona musahhar olsun veya teshirin şükrünü eda etsin…”


Nasıl Dua Etmeli?

“İnsana bilmediklerini öğreten” [9] tevbe ve dua ediş şeklini de öğretmiştir. [10] Ve Esma-i Hüsna’yla kensi zatına dua etmemizi istemektedir. [11] Dua eden kimse, isteklerine uygun düşecek şekilde Allah’ın isimlerini kullanarak dua etmelidir. Yani, bağışlanma istediğimizde “Ya Rahman, Ya Rahim...”; rızık istediğimizde “Ya Rezzak, Ya Kerim…”; düşmanların helakını istediğimizde “Ya Kahhar, Ya Muntakim…” gibi esma ile dua etmeliyiz.

İmam Cafer Sadık (a.s); “Allah’a yapılan dualar Muhammed (s.a.a) ve Âl-i Muhammed’e salavat göndermedikçe göklere örtülüdür/yükselmez.” [12] buyurmuşlardır.

Yani Allah’ın isimleriyle dua etmeli ve Peygamberimiz ve Ehl-i Beytine salavat getirmeliyiz.

Dua Ederken Bilinçli Olmalı;

Zira; Kur’an’da “İnsan, hayrın gelmesine dua ettiği gibi şerrin gelmesine de dua eder. İnsan pek acelecidir.” (İsra 11) buyrulmuştur. 

“Âmin” demeye yüzümüz var mı?

“İnsana bir sıkıntı dokunduğunda gerek yan yatarken, gerek otururken, gerek ayakta iken bize dua eder/yalvarır. Biz sıkıntısını giderince, başına gelen darlıktan ötürü bize hiç yalvarmamış gibi geçer gider. İşte böyle haddi aşanlara yapmakta oldukları şeyler süslü gösterildi.” [13] gibi nice ayetlerde [14] Allah (c.c) insanın nankör olduğunu ve yalnızca güç durumda kalınca Allah’a yalvardığını, diğer anlarında ise Allah’ı unuttuğunu söylemektedir. Yani, sıkıştığımızda ve işimiz düştüğünde Allah’a el açıp, yalvarıyoruz. Halbuki; bizim Allah’a muhtaç olmadığımız tek bir anımız bile yoktur. O halde bizler Allah’a her an muhtaç olduğumuzun şuurunda olmalı ve rahat anlarımızda dahi O’na yalvarmalıyız. Zira; kulluk süreklidir [15] (Dolayısıyla, kulluğun özü olan duanın da sürekli olması gerekir).

Resulullah (s.a.a); “Her kim zor ve sıkıntılı zamanlarında dualarının kabul edilmesini isterse, rahat zamanlarında çok dua yapsın.” [16] ve “Genişlik zamanında dua etmek kadar Allah’a hoş gelen bir şey yoktur.” [17] buyurmuşlardır. 

“Ey iman edenler! Eğer siz Allah'ın dinine yardım ederseniz Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar” (Muhammed: 7) ayetinde ise Allah’ın İslam’a hizmet edene yardım edeceği bildirilmiştir; (yalnızca) boş oturup, el açana değil. 

Duanın Kabulü

Aciz ve her şeyinde yaratıcısına, Rabbi’ne muhtaç olan kula düşen duadır, Rabb’e yaraşan ise kabul ve icabettir. Kur’an’da “Şayet kullarım, sana benden sordularsa, gerçekten ben çok yakınımdır. Bana dua edince, duacının duasına icabet ederim. O halde onlar da benim davetime koşsunlar ve bana hakkıyla iman etsinler ki, doğru yola gidebilsinler.” (Bakara: 186) buyruluyor. Evet dualara icabet eden Allah’tır.

“Ama, birçok defa dua ediyoruz, kabul olmuyor. Neden acaba? Halbuki Allah duacının duasına karşılık veririm demiyor mu?” diyoruz.. Bu sorumuza ise Üstad (r.a) şu şekilde cevap vermiştir;

“Cevap vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her dua için cevap vermek var. Fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlubu (istenilenin aynını) vermek, Cenâb-ı Hakkın hikmetine tâbidir.

Meselâ, hasta bir çocuk çağırır: "Ya hekim, bana bak."
Hekim “Lebbeyk,” der. “Ne istersin?” Cevap verir.
Çocuk “Şu ilâcı ver bana” der.
Hekim ise, ya aynen istediğini verir, yahut onun maslahatına binaen ondan daha iyisini verir, yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez…
[18]

Hem dua bir ubudiyettir. Ubudiyet ise, semerâtı uhreviyedir. Dünyevî maksatlar ise, o nevi dua ve ibadetin vakitleridir. O maksatlar, gayeleri değil.

Meselâ, yağmur namazı ve duası bir ibadettir. Yağmursuzluk, o ibadetin vaktidir. Yoksa, o ibadet ve o dua, yağmuru getirmek için değildir. Eğer sırf o niyetle olsa, o dua, o ibadet hâlis olmadığından kabule lâyık olmaz …/… Aynı onun gibi, yağmursuzluk dahi, yağmur namazının vaktidir. Ve beliyyelerin istilâsı ve muzır şeylerin tasallutu, bazı duaların evkat-ı mahsusalarıdır ki, insan o vakitlerde aczini anlar; dua ile, niyaz ile Kadîr-i Mutlakın dergâhına iltica eder. Eğer dua çok edildiği halde beliyyeler def olunmazsa, denilmeyecek ki, “Dua kabul olmadı.” Belki denilecek ki, “Duanın vakti kaza olmadı.” Eğer Cenâb-ı Hak, fazl ve keremiyle belâyı ref etse, nurun alâ nur, o vakit dua vakti biter, kaza olur …/… Dua bir ibadettir. Abd, kendi aczini ve fakrını dua ile ilân eder. Zâhirî maksatlar ise, o duanın ve o ibadet-i duaiyenin vakitleridir; hakikî faydaları değil. İbadetin faydası âhirete bakar. Dünyevî maksatlar hâsıl olmazsa, “O dua kabul olmadı” denilmez. Belki “Daha duanın vakti bitmedi” denilir …/… Demek, dua bir sırr-ı ubudiyettir. Ubudiyet ise, hâlisen livechillâh olmalı. Yalnız aczini izhar edip, dua ile Ona iltica etmeli, rububiyetine karışmamalı. Tedbiri Ona bırakmalı, hikmetine itimad etmeli, rahmetini itham etmemeli …/… (Evet;…) Eğer vermek istemeseydi, istemek vermezdi…”
 [19]

Ne Zaman Dua Etmeli;

Duanın belirli bir vakti yoktur. Dua bir ibadet olduğuna göre hayat boyu, her zaman ve mekanda yapılabilir. Ancak, bazı ayet ve hadislerde, bazı vakit ve durumların duanın kabul edilmeye daha uygun olduğu belirtilmiştir; “Onlar (takva sahipleri), seher vakitlerinde bağışlanma dilerler”(Zariyat: 18)

Bir rivayette, Hazreti İmam Ali (a.s); “Şu beş vakitte dua etmeyi ganimet bilin: Kur’an okunurken, ezan okunurken, yağmur yağarken, şehadet için düşmanla karşılaşırken ve mazlum insan dua ederken. Zira, arş ile mazlumun duası arasında hiçbir perde yoktur.” (Ehl-i Beyt Gülistan'ından Bir Demet Gül)

(O halde;) “Rabbinize yalvara yalvara ve gizlice dua edin..” (A’raf: 55)

“İşte, ey âciz insan ve ey fakir beşer! Dua gibi hazine-i rahmetin anahtarı ve tükenmez bir kuvvetin medârı olan bir vesileyi elden bırakma. Ona yapış, âlâ-yı illiyyîn-i insaniyete çık, bir sultan gibi bütün kâinatın dualarını kendi duan içine al, bir abd-i küllî ve bir vekil-i umumî gibi “iyyake nestain” de, kâinatın güzel bir takvimi ol.” (Üstad Said Nursi)

---

Dipnotlar:
[1] Ebu Davud, Kitab’ud-dua, no: 1479, Tirmizi,: 3247
[2] “Hayır! Doğrusu insan azgınlık eder. Kendisinin muhtaç olmadığını zannettiği için.” (Alak: 6-7)
[3] “Halbuki Rabbiniz: “Bana yalvarın, dua edin ki size karşılık vereyim. Çünkü bana ibadet etmekten kibirlenip yüz çevirenler yarın horlanmış olarak cehenneme gireceklerdir.” buyurdu.” (Mü’min: 60) ayetinde dua ibadetle aynı anlamda kullanılmıştır. ve kendini müstağni görerek kibirlenenlerin ve Allah’a dua ve ibadet etmeyenlerin Cehennem’e girecekleri bildirilmiştir.
[4] Bkz; Dua Bilinci, Hasan Eker, sf. 15-16
[5] “Dua; ibâdetin özüdür.” Tirmizi; Hz Ali (a.s) de “Allah’a yeryüzünde en sevimli gelen amel, duadır…” buyurmuşlardır. Dua, bizleri değerli kılar; “(Resulüm!) De ki: “Rabbim size ne kıymet verir duanız olmasa? (Ey inkârcılar! Size bildirdiklerini) kesinkes yalan saydınız; o halde azab yakanızı bırakmayacaktır!” (Furkan: 77)
[6] Kur’an’da Temel Kavramlar, Ali Ünal
[7] İmam Ca’fer Sadık (a.s): “Dua etmekten gaflet etmeyin; zira hiçbir şey dua gibi sizi Allah’a yakın kılmaz” buyurmuşlardır. (Ehl-i Beyt Gülistanından Bir Demet Gül)
[8] “Ey İnsanlar! Bir misal verilmektedir, şimdi onu dinleyin. Sizlerin, Allah’tan başka çağırıp yalvardıklarınız (dua ettikleriniz), onların hepsi bir araya toplansalar bir sinek bile yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, onu kurtaramazlar. İsteyen de, istenen de âciz!..” (Hacc: 73)
“O’ndan başka çağırdıklarınız (dua ettikleriniz) ise size yardım edemezler ve kendilerine de yardım edecek değillerdir.” (A’raf: 197)
[9] Alak: 5
[10] Derken Âdem Rabb'ından birtakım kelimeler aldı, (onlarla tevbe etti. O da) tevbesini kabul etti. Muhakkak O, tevbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir.
[11] “Oysa en güzel isimler Allah'ındır. Bundan dolayı Allah'a onlarla dua edin. Onun isimlerinde sapıklık eden mülhidleri (inkârcıları) terkedin. Onlar yakında yaptıklarının cezasını çekecekler.” A’raf: 180
[12] Peygamber ve Ehl-i Beyt Gülistanından BİR DEMET GÜL; Dua Maddesi
[13] Yunus: 12
[14] “İnsana bir nimet verdiğimiz zaman yüz çevirir ve kendine yönelir. Fakat ona bir şer dokunduğu zaman da yalvarıp durur.”(Fussilet: 51); “İnsanın başına bir sıkıntı gelince bize yalvarır. Sonra katımızdan ona bir nimet verdiğimiz zaman “Bu bana bilgimden dolayı verilmiştir.” der. Hayır o bir imtihandır. Fakat çokları bilmezler.” (Zümer: 49); “Denizde başınıza bir felaket geldiği zaman, Allah'tan başka yalvardığınız bütün putlar kaybolur. Allah sizi tehlikeden kurtarıp karaya çıkarınca da yüz çevirirsiniz. Zaten insan çok nankördür. (Denizden karaya çıktığınızda) O'nun sizi karada yerin dibine geçirmeyeceğinden, yahut üzerinize taş yağdıran bir kasırga göndermeyeceğinden emin misiniz? Sonra kendinize bir vekil de bulamazsınız.” (İsra: 67, 68)
[15] Allah; “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet/kulluk et” (Hicr: 99) buyurmuştur.
[16] Tirmizi, Deavat, no: 3382; Müstedrek ala Sahiheyn, 1/544
[17] Tirmizi
[18] Üstad farklı yerde şu örnekleri vererek konuyu daha da açıklığa kavuşturuyor; “Dua-yı kavlî-i ihtiyarînin makbuliyeti, iki cihetledir: Ya ayn-ı matlubu ile makbul olur; veyahut daha evlâsı verilir. Meselâ, birisi kendine bir erkek evlât ister. Cenâb-ı Hak, Hazret-i Meryem gibi bir kız evlâdını veriyor. “Duası kabul olunmadı” denilmez. “Daha evlâ bir surette kabul edildi” denilir. Hem bazan kendi dünyasının saadeti için dua eder. Duası âhiret için kabul olunur. “Duası reddedildi” denilmez. Belki, “Daha enfâ bir surette kabul edildi” denilir, ve hâkezâ...” (Risale-i Nur) Evet; Üstad'ın ilmini kendisinden aldığı Hazreti İmam Ali (a.s) de şöyle buyurmuşlardır: “Bir çok defa Allah’tan bir şey istersin de sana o şeyi vermez, ondan daha hayırlısını ihsan eder.” (Ehl-i Beyt Gülistanından Bir Demet gül)
[19] Yirmi Üçüncü Söz ve Yirmi Dördüncü Mektub.. (Risale-i Nur)

Oy Ver :
 Puan:5     Oy Sayısı :1
    

 
 
Anasayfa Forum Radyo İlahiler Video Hatim Ziyaretci Defteri Üyelik İletişim Radyo Sitene Ekle

EmreBerlin sitesi için özel yazılmıştır 2000 - 2012

SincanSoft.com