Hüccetü’l-İslam İmam Gazali, İhyau’Ulumi’d-Din isimli eserinin 4. cildinde 991. sayfasında (Onuncu Kitab , Kitabu Zikri’l- Mevt ve ma Ba’dehu bölümünden 48inci Beyan ) ; Enes (R.A.) ’den rivayet edilmiş ve Ebu’l-Esed el- Kusayri ’nin Subaiyatında bulunan bir hadis-i şerife yer verir:
Resul-i Ekrem : “Kıyamet günü Arş’ın altından bir münadi, “Ey Muhammed’in ümmeti , sizde olan hakkımı size bağışladım. Kaldı sizin birbirinize olan haklarınız. Onları da karşılıklı olarak bağışlayın ve rahmetimle Cennet’e girin” der.”
-------
KUL HAKKI AFFOLMAZ MI?
Sual: İslam Ahlakı kitabında, (Allahü teâlâ, kul hakkı hariç, dilerse diğer günahları affeder) deniyor. Allahü teâlâ dilerse kul hakkını niye affetmiyor? Kim karışır ki? Bir şehidin kul hakkı borcu olsa, yine de mi affa uğramaz?
CEVAP
Kul hakkı, başkasına ait bir alacaktır. Cenab-ı Hak, kendine karşı işlenenleri affedebilir, ama başkasına işlenen günahların sahipleri, bundan haklarını isterler. Onun için kul hakkının dinimizde önemi büyüktür. Kişi, şehid olursa, âhirette hak sahipleri şehitten alacaklarını isterler. Onların haklarını vermedikçe Cennete giremez. Denizde şehid olan müminin borçlarını Allahü teâlâ kendi üzerine alır. Hak sahiplerine, borçlu adına O verir. Bir hadis-i şerif:
(Deniz savaşında şehid olanın, bütün günahları, hattâ kul hakları da affolur.) [İbni Mace]
Bunu kara şehidinde de yapar mı? Onun rahmeti boldur, onu da yapabilir. Hattâ şehid olmayanları da âhirette helâlleştirecektir. Hakkını helâl edene Cennette köşkler verecektir. Önemli olan imanlı ölmektir. Burada imandan kasıt doğru imandır. Doğru iman, Ehl-i sünnet vel cemaat itikadıdır.
-------
HER MÜMINE ŞEFAAT VARDIR
Sual: Peygamberimizin kızına, (Âhirette sana gelecek azabı benim kurtarma yetkim yok) demiş. Peygamberimizin şefaat yetkisi yok mudur?
CEVAP
Elbette, vardır. Burada bildirilen şey, (İmanı olmayana peygamber de şefaat edemez) demektir. Bu genel bir kaidedir. Hazret-i Fatıma’nın şahsı için değildir. Yine Resulullah efendimiz, (Allahümme yâ mukallibel kulûb, sebbit kalbî, ala dînik) duasını okuyunca, Eshab-ı kiram, (Ya Resulallah, sen de, dönmekten korkuyor musun?) dediklerinde, (Mekr-i ilahiden kurtulmak için, kim bana teminat [güvence, garanti] verebilir ki?) buyurdu. (Levh-il-mahfuz ve Ümm-ül-kitab risalesi)
Bu dua, (Ey büyük Allah’ım! Kalbleri iyiden kötüye, kötüden iyiye çeviren, ancak sensin. Kalbimi, dininde sabit kıl, yani dininden döndürme, ayırma!) demektir. Kendisi için böyle buyurunca, hepsi cennetlik olan Eshabı ve yakınları için de, aynı şeyi söylemesi normal değil mi? Bu hadis-i şerif, (Rabbimin lütfu olmadıkça, ben kendi yakınlarıma da şefaat edemem, ancak Rabbimin bana vereceği yetkiye dayanarak şefaat ederim) demektir. İki âyet-i kerime meali:
(Allah’ın izni olmadan kim şefaat edebilir?) [Bekara 255]
(Bütün şefaatler, Allah’ın iznine bağlıdır.) [Zümer 44]
Burada açıkça şefaatin olacağı, ama bunun Allah’ın iznine bağlı olacağı bildiriliyor. Peygamber efendimiz, Allahü teâlâdan izin aldıktan sonra, yakınlarına ve imanı olan herkese şefaat edecektir. Bir hadis-i şerifte de, (İmanla ölen herkese şefaat edeceğim) buyuruldu. (Buharî)
Tevbe edilen günahlar
Sual: Tevbe edilen günahlar bir daha işlenmezse affoluyormuş. Peki, bu affolan günahları âhirette herkes görecek mi?
CEVAP
Hiç kimse göremediği gibi, kendisi de bilemeyecektir. Bir hadis-i şerif şöyledir: (Kul tevbe edince, Allahü teâlâ, onun günahlarını hafaza meleklerine unutturur. Keza bunu onun uzuvlarına ve bilen herkese unutturur. Böylece, âhirette günahlarına şahitlik edecek kimse kalmaz.) [İbni Asakir]
-------
GÜNAHLAR ÖRTÜLECEK
Sual: Tevbe edilen günahların affedildiğini kitaplardan okuyoruz. Âhirette bu günahlar, bizim yüzümüze vurulacak mıdır?
CEVAP
Hayır, asla vurulmayacak, hattâ öyle bir günah işlediğimiz bile unutturulacaktır. Günahımız hatırlatılınca rezil oluruz. Allahü teâlâ affettiği kulunu rezil etmez. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(O gün Allah, Peygamberini ve iman edip onunla beraber olanları rezil etmez.) [Tahrim 8]
Peygamber efendimiz âhirette, (Ya Rabbi, ümmetimin kusurlarını hiç kimsenin duymaması için onların hesaplarını bana ver!) diyecek, Allahü teâlâ da, (Onlar senin ümmetinse, benim de kullarımdır. Ben onlara senden daha merhametliyim. Hiç kimse onların kusurlarını görmeyecektir) buyuracaktır. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allah, o müminlerin geçmişte yaptıkları en kötü hareketleri bile örtüp bağışlayacak ve yaptıkları amellerin en güzelleriyle mükâfatlar ihsan edecektir.) [Zümer 35]
Bu ne büyük nimettir! Hem günahlar örtülüp gösterilmeyecek, hem de en güzel mükâfatlar verilecektir. O halde tevbe edip, tevbesinde sadık olan kullardan olmaya çalışmalıyız.
-------
Ek Konu:
Muhbir-i sadık “aleyhissalatü vesselam” buyurmuştur ki:
(Hırsızların en büyüğü, namazından çalandır. Yani namazın rükünlerine riayet etmez, rükû ve secdelerini hakkıyla yerine getirmez.)
Hırsızların en kötüsü olmaktan kurtulmak için, bu hırsızlıktan kaçınmak zaruridir. Bir defa da, Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurmuşlardır ki:
(Rükû’da ve secdelerde, belini yerine yerleştirip, biraz durmayan kimsenin namazını Allahü teâlâ kabul etmez.)
O Server-i En’am “aleyhissalâtü vesselam”, namaz kılan, ama rükû ve secdelerini tam yapmayan birini gördü. O şahsa hitaben buyurdu ki:
(Sen namazlarını böyle kıldığın için, Muhammed’in “aleyhissalâtü vesselâm” dininden başka bir dinde olarak ölmekten korkmuyor musun?)
Bir defa da Peygamberimiz “aleyhissalatü vesselam” buyurdu ki:
(Sizlerden biriniz, namaz kılarken, rükûdan sonra kalkıp, dik durmadıkça ve ayakta her uzvu yerine yerleşip, durmadıkça namazı tamam olmaz.)
Bir defa da buyurdular ki:
(İki secde arasında dik oturmadıkça namazınız tamam olmaz.)
Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem” namaz kılanlardan birinin yanından geçerken gördü ki, kavme [rükudan sonra dik durma] ve celseyi [iki secde arasında oturma] hakkıyla yerine getirmiyor. O şahsa buyurdu ki:
(Eğer namazlarını böyle kılarak ölürsen, Kıyamet günü, sana ümmet-i Muhammed’dendir demezler.)
Başka bir yerde de buyurdu ki:
(Altmış sene namaz kılıp, fakat yine namazı eda edilmiş olmayan, yani bir namazı makbul olmayan şu kimsedir ki, rükû’ ve secdelerini tamamıyla yerine getirmez.)
Zeyd ibni Vehb, namaz kılan bir kimseyi gördü ki, rükû’ ve secdelerini tamamıyla yerine getirmez. O şahsı davet edip, buyurdu ki, (Ne vakitten beridir bu şekilde namaz kılarsın?) O şahıs cevabında, (Kırk senedir) dedi. Zeyd buyurdu ki: (Sen kırk senedir namaz kılmamışsın. Eğer vefat edersen Muhammedin “sallallahü aleyhi ve sellem” sünneti [dini] üzere ölmezsin.)
Mümin olan kul, namazını eda ederken, o namazın rükûunu, secdelerini ve diğer rükünlerini tam yaparsa, o namaz sevinçli ve nurani olur. Melekler o namazı göklere iletirler. O namaz da sahibine hayır dua edip, (Sen beni muhafaza ettiğin gibi Allah da seni muhafaza etsin!) der.
Eğer namazı güzel, tamam, edeb ve sünnetlerine uygun kılmazsa, o namaz zulmani olur. Melekler onu kerih görerek, göklere iletmezler. Namaz da namaz kılana beddua ederek der ki:
(Ben Hakk’ın dergâhında nur olacak bir cevherdim. Sen beni zayi ettin. Allah da seni zayi etsin!)
Öyle ise, bu büyük emri tamamıyla, eksiksiz olarak ciddi, gayretle ve kalb huzuruyla eda etmek, tadil-i erkânla rükû’ ve secdelerini, kavme ve celseyi hakkıyla yerine getirmek ve diğer Müslümanları da namazını tamamlamak için gayret ettirmek, sözümüz geçenlere bildirmek ve tumaninete, tadil-i erkâna yol gösteren olmak lazımdır.
Birçok kimse, bu şekilde namaz kılmak nimetinden mahrumdur. Her kim ki bu şekilde namaz kılmadıysa, kendisini hırsızlara dâhil etmiş ve azabı hak etmiş olur. Bu amel terk edilmiştir. Bu ameli ihya etmek, İslamiyet’in önemli hususlarından en önemlisidir.