Daha önce "İhram'a giren kimsenin dikkat edeceği hususlar" başlığı altında ihrama girmek ve Harem-i Şerif'e dahil olmak sebebiyle mükellefe farz kılınan ve yasaklanın meseleleri izaha gayret etmiştik!..(196) Buradaki "Cinayet" kavramı; ihrama giren mükellefin, Allahû Teâla (cc)'nın ve Resûlü (sav)'nün çizdiği hududları aşmasıdır. Kur'an-ı Kerim'de "Haccı da, Umre'yi de Allah için tam yapın. Fakat alıkonursanız, o halde kolayınıza gelen kurban(ı gönderin, bununla beraber) kurban yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Artık içinizden kim hasta olur, yahud başından bir eziyeti bulunursa ona oruçtan ya sadakadan yahud kurban'dan (birisiyle) fidye vacip olur"(197) hükmü beyan buyurulmuştur. İslâm ûleması; kasden işlenen haramın tesirini fidyenin gidermeyeceği hususunda ittifak etmiştir. Ancak unutarak veya bilmeyerek yahud bir özür sebebiyle, "İhramlı olan kimse"; herhangi bir hududu aşarsa fidye verir ve tevbe eder. Gerek ihram, gerekse harem-i şerif sebebiyle yasak olan herhangi bir fiil işlendiği zaman, o fiilin mahiyetine göre ceza değişir. Genellikle;

 

  1. Kurban kesmeyi gerektiren yasak fiil,

  2. Bir fitre miktarı sadaka vermeyi gerektiren yasak fiil,

  3. Fitre miktarından daha az bir sadakayı gerektiren yasak fiil,

  4. Kıymetinin karşılığını vermeyi gerektiren yasak fiil,

 

  olmak üzere dört türlü ceza vardır. Şimdi yasak olan fiileri ayrı ayrı ele alalım vebunların işlenmesinden dolayı ortaya çıkacak cezaları izaha gayret edelim.

 

   GÜZEL KOKU VE YAĞ SÜRÜNMENİN CEZASI: İnsanların faydalandığı ve kendisinde güzel koku bulunan her şeye "Tîyb" denilir.(198) Bedene sürülen şeyler genellikle üç çeşittir.

  Biricisi: Bizzat koku olan; misk, anber, kâfûr ve benzerleri!..

  İkincisi:  Kendisi bizzat koku olmadığı halde, koku için asıl olan ve ilâç olarak da kullanılan zeytinyağı ve benzeri maddeler. Bunlar eğer bedeni yağlamak için kullanılırsa, koku hükmü verilir. Yemeğe katılırsa "Koku" hükmünde değildir.

  Üçüncüsü: Bizzat koku olmadığı gibi, kokunun asıl maddesi de olmayan ve hiçbir sûrette bu mahiyette kullanılmayan maddeler!.. Meselâ iç yağı gibi maddeler.

  Güzel koku sürünen ihramlı kimse üzerine keffaret lâzım gelir. Eğer bir uzvun tamamına veya daha fazlasına güzel koku sürmüşse kurban kesmesi icabeder!.. Fakat bir uzuvdan azına sürülmesi halinde, buğdaydan yarım sa', (Yaklaşık olarak 1,667 kg.) fidye vermesi gerekir.(199) Bir uzvun yarısından fazlası, tam hükmünde kabul edilir. Feteva-ı Hindiyye'de: "koku sebebiyle ceza gerekmesi hususunda; mükellefin unutarak veya kasden sürmesi arasında fark yoktur. Erkek ve kadın da; hüküm noktasından müsavidir. Bedai'de de böyledir. Bir kimse vücûdunun tamamını kokulamış olsa bile, bir kurban (dem) gerekir. Çünkü cins birliği mevcuddur. Tebyin'de de böyledir."(200) hükmü kayıtlıdır.

 

    Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kına güzel bir kokudur"(201) Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası "Başını kına ile boyayan mükellefin üzerine bir kurban lâzım gelir"(202) hükmünde ittifak etmiştir.

 

    Meşru bir özüre binaen, ihram içerisindeki mükellef güzel koku sürünür, tıraş olur veya dikişli elbise giyerse muhayyerdir.  İsterse bir koyun kurban eder, dilerse üç gün oruç tutar veyahut altı fakire üç sa' miktarı (Yaklaşık olarak 10 kg.) buğdayı sadaka olarak verir.(203) Bu hususta Kur'an-ı Kerim'de: "...Artık içinizden kim hasta olur, yahud başından bir eziyyeti bulunursa ona oruçtan, ya sadakadan yahud kurban'dan (birisiyle) fidye vacip olur"(204) hükmü beyan buyurulmuştur. Hanefi fûkahası buÿAyet-i Kerime'de fidyeler arasında beyan edilen "ev" kelimesinin muhayyer kıldığını esas almıştır.(205) Şurası unutulmamalıdır ki, fidye olarak kurban kesilecek olursa, bunun harem dairesinde yapılması gerekir. Dürri'l Muhtar'da: "Kurban keser de kokuyu gidermezse, onu yerinde bıraktığı için ikinci bir kurban lâzım gelir" hükmü kayıtlıdır. İbn-i Abidin bu metni şerhederken: "Yerinde bıkaktığı için ikinci bir kurban lâzım gelir. Çünkü iptidaen koku sürünmek haram idi. Binaenaleyh devamı için de iptida hükmü verilir."(206) demiştir.

 

    Zeytinyağı ve susamyağı ile vücûdunu yağlarsa; velev ki bunlar halis olasun, kurban gerekir. Çünkü bunlar kokunun ana maddeleridir. Ayrıca Menekşe yağı gibi güzel kokulu ve bunun benzeri yağlarda ittifakla kurban lâzım gelir.(207) Kendisi bizzat koku olmadığı gibi, kokunun ana maddesi de olmayan yağlar (iç yağı vs...) vücûda sürülürse hiçbirşey lâzım gelmez!.. Bizzat koku olmayan, ancak kokunun ana maddesi olan yağları yemekte de, bir beis yoktur. Zira bunlar kokulanmak için kullanılmadığı müddetçe; kendilerine "Koku" hükmü verilmez.(208) İhrama girmeden önce sürülmüş kokunun eseri zarar vermez.(209)

 

     DİKİŞLİ ELBİSE GİYMENİN CEZASI: İhrama girmiş olan bir kimse; giyilmesi âdet olan dikişli bir elbiseyi sabahtan akşama kadar giyerse veya başını birşeyle örterse kurban kesmesi icabeder.(210) Bundan daha az bir müddet giyerse veya başını örterse, fitre miktarı sadaka vermesi gerekir. Feteva-ı Hindiyye'de: "Elbisenin unutularak veya kasden, bilerek veya bilmeyerek, arzusuyla veya başkasının zorlamasıyla giyilmesi arasında fark yoktur. Bahru'r Raik'te de böyledir"(211) hükmü kayıtlıdır. İmam-ı Yusuf (rh.a)'un: "Yarım günden daha fazla bir zaman, dikişli elbise giyen muhrim'in üzerine kurban vacip olur"(212) hükmünü beyan buyurmuştur. Dolayısıyla amelde Şafii mezhebini taklid eden mükellef; âdet olan dikişli bir elbiseyi giydiği anda, kendisine kurban vacip olur.

 

     İhramlı olan bir kimse, başını bir gece boyunca örtülü tuttuğu takdirde kendisine kurban vacip olur. Örtmesinin kasden, unutarak veya uyuyarak olması arasında fark yoktur. Siracü'l Vehhac'da da böyledir. Ayrıca başının dörtte birini bir gün kapatığı zaman, üzerine kurban vacip olur. Bundan az olursa (Yani yarım gün veya daha az zaman) sadaka vermesi lâzım gelir.(213) "El-Meşhur"da İmam-ı Muhammed (rh.a)'den gelen bir rivayete göre, başının ekserisini kapatmadıkça ihramlı olan kimseye kurban vacip olmaz. Sahih olan "El-Meşhûr"da zikredilen bu kavildir. Serahsi'nin Muhiyt'inde de böyledir.(214) İmam-ı Merginani; ihramlı olan kimsenin, kemali ile faydalanması için müddete (Zamana) itibar edildiğini beyan ettikten sonra: "İnsan âdet olarak bir elbiseyi bir günde giyer ve çıkarır. Dolayısıyla ihrama karşı cinayetin tam olması için bu müddeti dikkate almak gerekir. Aksi takdirde cinayet noksan kalmış demektir. Tam bir gün elbiseden faydalanırsa veya tam bir gece başını örterse dem vacip olur. İmam-ı Yusuf (rh.a) günün ekserisini, tamamı makamına kaim kıldı"(215) hükmünü beyan eder. Dikkat edilirse kurbanın vacip olması için, ihrama karşı cinayet'in tam olarak gerçekleşmesi esas alınmıştır. Cinayet noksan olursa sadaka gerekir.

 

   TIRAŞ OLMANIN VE TIRNAK KESMENİN CEZASI: İhrama giren mükellef herhangi bir zaruret olmadan başını tıraş ederse, kendisine başka bir ceza değil, doğrudan doğruya kurban (dem; koyun veya keçi) vacip olur.(216) Burada "Zarûret" kaydını hasseten zikretmemizin sebebi, ızdırar ve eziyyet halinde cezanın farkılaşmasındandır. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de: "Artak içinizden kim hasta olur, yahud başından bir eziyyeti bulunursa ona oruçtan ve sadakadan yahud kurbandan (birisiyle) fidye vacip olur"(217) hükmü beyan buyurulmuştur. Hanefi fûkahası bu Ayet-i Kerime'yi esas alarak; herhangi bir özrü bulunan kimsenin fidye hususunda muhayyer olduğunda ittifak etmiştir.(218) Dolayısıyla dilerse üç gün oruç tutar, dilerse kurban keser, dilerse altı fakire üç sa' (Yaklaşık 10 kg.) buğdayı sadaka olarak verir. Zira mâ'zur (Özürlü) olan kimseyi Allahû Teâla (cc) bu hususta muhayyer bırakmıştır.

 

    Başının dört'te birini veya daha fazlasını tıraş etmesi halinde, kurban kesmesi gerekir. Dört'te birinden azını tıraş ederse sadaka vermesi icabeder.(219) İmam-ı Merginani: "Bizim için delil şudur. Mükellefin başının bir kısmını tıraş etmesi, bütün unsurlarıyla (Kâmil bir mahiyette) faydalanma demektir. Zira bu şekilde tıraş olmak yaygındır. Dolayısıyla cinayet tam manasıyla teşekkül etmiş olur. Eğer gayet az olursa cinayet tam manasıyla ortaya çıkmamıştır. Uzvun dört'te birini güzel koku ile kokulamak ise, buna benzemez. Çünkü o maksad değildir. Ayrıca sakalın bir kısmını tıraş etmek, Irak'ta ve diğer arap topraklarında âdet halindedir. Eğer boyunun tamamını tıraş ederse (ense tıraşı) üzerine bir kurban lâzım gelir. Çünkü ense; tıraş edilmesi esas olan uzuvlardan birisidir. İki koltuğunun altını veya onlardan birisini tıraş ederse yine üzerine bir kurban lâzım gelir. Zira eziyyeti defetme ve rahata kavuşma bakımından, buralarda bulunan kılları tıraş etmek gaye halindedir. Etek tıraşının hükmü de tıpkı buna benzemektedir"(220) hükmünü beyan etmektedir. Feteva-ı Hindiyye'de: "Başının dört'te birini veya üç'te birini tıraş eden ihramlı'ya (Muhrim'e) bir kurban vacip olur. Ancak başının dört'te birinden daha az kısımını tıraş eden kimseye, sadaka lâzım gelir. Siracü'l Vehhac'ta da böyledir. Sakalının dört'te birini veya daha fazlasını tıraş eden muhrim'e; kurban kesmek vacibtir. Dört'te birinden azını tıraş etmişse sadaka verir. Ensesinin tamamını tıraş eden kimseye de kurban gerekir. Hidaye'de de böyledir. Kasık ve koltuk altı tıraşı yapan veya burada bulunan tüyleri yolan muhrime de kurban vacip olur. Siracü'l vehhac'ta da böyledir. Koltuklarından birinin tamamını değil, yarısından fazlasını tıraş eden kimseye sadaka gerekir. Tahavi şerhinde de böyledir. Hacamat yerini tıraş eden kimseye de, İmam-ı Ebû Hanife (rh.a)'ye göre kurban vacip olur. Feteva-ı Kadıhan'da da böyledir. Eğer bıyıktan bazı kıllar kesilmişse bakılır, kesilen miktar sakalın dört'te biri kadar varsa (bu muhrime), fakirlere yemek yedirmesi vacip olur. Hidaye'de de böyledir. Bir azayı tıraş etmişse, sadaka vermesi icabeder. Buradaki azadan kasıt; uyluk, bacak ve koltuk gibi uzuvlardır. Baş ve sakal ise bunlardan hariçtir. Muhıyt'te de böyledir. İhramlı kimse başından, burnundan veya sakalından kıllar koparırsa, kılları sayar ve her bir kıl için, bir avuç buğdayı sadaka olarak verir. Feteva-ı Kadıhan'da da böyledir"(221) Hükmü kayıtlıdır. İhramlı olan kimse el ve ayak tırnaklarını keserse, bir kurban kesmesi vacip olur.(222) Beş tırnaktan daha azını keserse, sadaka vermesi gerekir.

 

    Daha önce "Keffaret Nedir?" başlığı altında, bu ıstılâh'ın mahiyetini izah etmiştik!.. (223) Meşru bir sebeb ve zaruretten dolayı tıraş olan, elbise giyen, güzel koku sürünen veya tırnak kesen muhrim (ihramlı kimse) keffaretlerden dilediğini yapar. Eğer kurban kesmeyi arzu ederse, bunu "Harem" dahilinde keser. Eğer "Harem'in" haricinde keserse, kurban olarak caiz olmaz. Bu durumda etinin bedelini altı fakire vermesi icabeder. Ayrıca her fakire yarım sa' buğday (yaklaşık 1,667 kg.) vermek sûretiyle altı fakiri sevindirir. İhramlı olan kimse oruç'u seçerse; dilediği yerde üç gün oruç tutar. Bunları dilerse arka arkaya, dilerse ayrı ayrı tutar. Eğer sadaka vermeyi uygun bulursa, her fakire yarımşar sa' olmak üzere, altı fakire buğday verir ki, bu toplam üç sa' (Yaklaşık 10 kg.) eder. Bu sadakayı "Mekke'de mukim" olan fakirlere vermek efdaldir. Mekke'li olmayanlara vermek de caizdir.(224)

 

   CİNSİ MÜNASABETTE BULUNMANIN CEZASI: Kur'an-ı Kerim'de: "Hacc (ayları) aylardır. İşte kim onlarda haccı (kendisine) farz eder (ayları) bilinen aylardır. İşte kim onlarda haccı (kendisine) farz eder (ihrama girerse) artık haccda kadına yaklaşmak, günah işlemek ve kavga etmek yoktur"(225) hükmü beyan buyurulmuştur. Hanefi fûkahası bu Ayet-i Kerime'de geçen "Refes" kelimesini "cinsi münasebet ve insanı cinsi münasebete götüren fiiller" olarak değerlendirmiştir. İhram'a giren bir kimse; Arafat'ta vakfe yapmadan önce nikâhlı eşiyle cinsi münasebette bulunursa haccı fasid olur. Bu kimsenin ayrıca bir kurban kesmesi vaciptir. Diğer hacc menasikini tamamlar ve ertesi yıl haccını kaza etmesi farz olur"(226) hükmünde ittifak etmiştir. Arafat'ta vakfe yaptıktan sonraki duruma gelince: Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kim Arafa'da vakfe yaparsa, onun haccı tamam olmuştur"(227) Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası; "Vakfe'den sonra zevcesi ile cinsi temasta bulunan muhrimin (İhramlı kimsenin) haccı fasid olmaz. Ancak işlediği cinayet sebebiyle bir deve kurban etmesi vacip olur"(228) hükmünde ittifak etmiştir. Bu hususta İbn-i Abbas (ra)'dan gelen kavil esas alınmıştır. Bayramın birinci günü Akabe Cemresini taşlayıp, kurban kesen ve tıraş olan muhrim (İhramlı kimse) nikâhlı eşiyle cinsi temasta bulunursa, bir koyunu kurban kesmesi gerekir. Çünkü Ziyaret tavafından önce, cim'a yapması caiz değildir.(229)

 

    Nikâhlı eşinden "Ferci'nin" haricinde faydalanmaya gelince, ister inzal vaki olsun, ister olmasın, dokunmak, şehvetle öpmek ve kucaklamak haccı ve umreyi ifsad etmez. Fakat bu fiiller de "Cinayet" hükmündedir. İhramlı olan kimse; karısına şevhetle dokunur, öper ve kucaklarsa, üzerine kurban kesmek vacip olur.(230) Hacc-ı Kıran'a niyyet eden mükellef, umre yapmadan önce cinsi münâsebette bulunursa, hem umresi, hem de haccı fasid olur. Fakat bu kimse umrenin ve haccın menasikini tamamlar. Bir yıl sonra; hem umre'sini, hem de haccını kaza eder. Kendisinden o senenin Hacc-ı Kıran'ının kurbanı sakıt olur. Ancak bu mükellefin üzerine iki kurban kesmek vaciptir.(231)

 

    Malûm olduğu üzere el ile istimnâ yapmak, büyük günahlardandır. Daha önce İstimna'nın hükmünü izah etmiştik!..(232) İhramlı olan bir kimse, şehvetine mağlûp olup, el ile istimnâ yaparsa, kendisine bir kurban vacip olur.(233) Ayrıca tevbe etmesi şarttır. Rüyasında ihtilâm olan veya sırf düşündüğü için inzal vaki olan muhrim için (İhramlı kimse için) birşey gerekmez.(234)

 

    Sonuç olarak; ihrama giren bir mükellef'in Arafat'ta vakfe'ye durmadan önce eşi ile cinsi temasta bulunması (İnzal vaki olsa da olmasa da) haccını ifsad eder. Bu kimsenin bir yıl sonra (Ertesi yıl) o haccı kaza etmesi farzdır. Arafat'ta vakfe'den sonra cinsi münasebette bulunması, büyük bir cinayet olmakla birilikte haccını ifsad etmez. Ancak o mükellefin üzerine bir deve kurban etmesi vacip olur. Zira bu husus Resûl-i Ekrem (sav)'den rivayet edilmiştir.(235) Müzdelife'de gecelerken ve müzdelife vakfesinde de durum böyledir. Yani muhrim (İhramlı kimse) Cim'a ederse, üzerine bir deve  kurban etmesi vacip olur. Bayramın birinci günü; Akabe Cemresini taşladıktan, kurban kestikten ve tıraş olduktan sonra, cinsi temasın dışındaki diğer hususlar mükellefe helâl olur. Ziyaret tavafını yaptıktan sonra, cinsi münasembette bulunmasında bir mahzur yoktur. Dolayısıyla ihrama giren mükellefin, bu hususlarda titiz olması zaruridir. Çünkü keffaret'in günahları örtmesi için; kasden haram işlememek esastır. Ayrıca herhangi bir şekilde keffaret yerine getirildikten sonra, tevbe etmek şarttır.

 

   TAVAF, SA'Y VE ŞEYTAN TAŞLAMALARLA İLGİLİ CİNAYETLER: Farz olan ziyaret tavafını abdestsiz olarak edâ eden kimseye bir dem (koyun veya keçi), cünüb olarak yapan kimseye ise bir bedene (Deve veya sığır) kesmesi vacib olur.(236) İbn-i Abbas (ra)'den böyle rivayet edilmiştir.(237) İmam-ı Merginani: "Zira Cünüblük hali; abdestsizlik halinden, daha galizdir. Dolayısıyla aralarındaki farklılığı meydana çıkarmak ve izhar etmek için; ayrıca ibadetin noksanını tamamlama dikkate alınarak bir bedene (Deve veya sığır) vacib olur. Tavafın ekserisini cünüp olarak edâ eden kimse için de hüküm aynıdır. Zira birşeyin ekserisi, onun tamamı hükmünde olur. Efdal olan Mekke'de olduğu zaman, ziyaret tavafını iade etmesidir"(238) hükmünü zikreder. Feteva-ı Hindiyye'de: "Essah olan, ziyaret tavafını abdestsiz olarak edâ etmiş olan mükellefin bunu iade etmesinin mendub, cünüb olarak edâ etmiş olan kimsenin iade etmesinin vacip olduğudur"(239) hükmü kayıtlıdır.

 

    Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kâbe-i Muazzama'yı tavaf namazdır. Ancak Allahû Teâla (cc) onda konuşmayı mübah kılmıştır"(240) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla ister farz olsun, ister sünnet olsun her türlü tavafta "Taharet" şartı aranır. Sünnet olan kudûm tavafını, abdestsiz olarak edâ eden mükellef üzerine bir sadaka vacip olur.(241) Eğer cünüb olarak kudûm tavafı yaparsa, bir kurban kesmesi gerekir.(242) Mekke'de bulunduğu süre içerisinde, bunları iade ederse, hem kurban, hem de sadaka'dan kurtulur. "Veda" tavafında da durum farlı değildir. Feteva-ı Hindiyye'de: "Vedâ (sader) tavafını abdestsiz olarak yapmış bulunan kimsenin sadaka vermesi gerekir. Bu kavil sahihtir. Bu tavafın bir kısmını abdestsiz yapmış ise, bütün rivayetlere göre yine sadaka vermesi icabeder. Fakat abdest alarak iade ederse, o sadaka bi'l-icma sâkıt olur. Siracü'l Vehhac'ta da böyledir. Vedâ tavafının tamamını veya ekserisini cünüb olarak yapan kimseye kurban vacip olur. Eğer ehline dönmüş ise, cezâ olarak bir koyun gönderir. Bu mükellef eğer henüz Mekke'den çıkmamışsa tavafı iade eder ve üzerindeki kurban cezası sakıt olur. Tehir etmiş olmasından dolayı bi'l-ittifak herhangi birşey gerekmez. Vedâ tavafının tamamını veya şavtlarının ekserisini terk etmiş olan kimsenin, bir koyun kurban etmesi vacip olur. Şayed veda tavafının üç şavtını terk etmiş (Dört şavtını edâ etmiş) olursa, terkettiği her şavt için yarım sa' buğdayı (Yaklaşık 1,667 kg.) fakirlere tasadduk etmesi gerekir. Kafi'de de böyledir"(243) denilmektedir.

 

    Malûm olduğu üzere "Ziyaret tavafı" farzdır. Dolasıyla Hacc ibadetini edâ eden mükellef; "Ziyaret Tavafı'nı" yapmadan ihramdan çıkamaz.(244) Kudûm tavafı "sünnet", Vedâ tavafı (Sader) "Vacip'tir". Mükellef Mekke'de olduğu süre içerisinde; tam bir taharet, huşû ve ihlâsla bu amelleri edâ etmek durumundadır. Sadece Mikat'tan ihrama girip; doğrudan doğruya Arafat'a geçen (Mekke'ye uğramadan) mükellefin üzerinden kudûm tavafı sakıt olur.(245)

 

    Safa ile Merve arasındaki sa'yi terkeden mükellef üzerine bir kurban (Koyun) kesmek vacip olur.(246) Hanefi fûkahasına göre Safa ile Merve arasında sa'y etmek haccın rüknü değildir. Nitekim İmam-ı Merginani: "Bir kimse Safa ile Merve arasında yapılan sa'y amelini terkederse, üzerine bir kurban (dem, koyun) vacip olur. Onun hacc ameli ise tamamdır. Zira "Sa'y" ameli bizim katımızda vaciptir. Bu durumda terkeden mükellef üzerine kurban lâzım gelir, Haccı ifsad olmaz"(247) hükmünü beyan eder. Safa ile Merve arasında sa'y etmek için "Taharet" şartı da aranmaz. Fateva-ı Hindiyye'de: "Hayızlı, nifaslı ve cünüb olarak yapılan sa'y ameli de sahihtir. Kezâ ihramdan çıktıktan sonra sa'y edilmiş olsa bu da caizdir. Sa'y amelini, hacc aylarından sonra edâ etmek de sahihtir. Siracü'l Vehhac'ta da böyledir"(248) hükmü kayıtlıdır. Hanefi fûkahası: "Kadının hayız hali, tavaftan başka hiçbir menasiki menetmez."(249) hükmünde ittifak etmiştir.

 

    Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Güneşin batmasından sonra Arafat'tan ayrılın"(250) Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası: "Arafat'tan; Ulû'lemr'den (imam'dan) ve Güneşin batmasından önce ayrılan mükellef üzerine bir kurban vacip olur"(251) hükmünde ittifak etmiştir. Güneşin batmasından sonra "Ulû'lemr Arafat'tan, meşru bir sebeple ayrılmazsa, mükellefin yola çıkmasında bir beis yoktur. Ancak güneş batmadan önce ayrılırsa bir dem (Koyun) vacib olur. Güneş batmadan ayrılır ve yine güneş batmadan Arafat'a dönerek, Ulû'lemr ile birlikte tekrar ayrılırsa, kurban sâkıt olur. Feteva-ı Hindiyye'de: "Arafat'tan ayrılmanın kişinin arzusuyla olması veya hayvanının (vasıtasının) onu alıp kaçması arasında fark yoktur. Siracü'l Vehhac'ta da böyledir. Müzdelife vakfesini terk eden mükellef üzerine de bir kurban vacip olur. Hidaye'de de böyledir. Bir kimse Cemre'lerin tamamını terketse veya Akabe yahut diğer cemrelerden birine taş atmakla iktifa etse; bu kimsenin bir koyun kurban etmesi gerekir. Eğer azını terk ederse (Meselâ her cemre'ye beşer veya altışar taş atar, bunları yediye tamamlamazsa) her taş için yarım sa' buğdayı (Yaklaşık 1.667 kg.) sadaka olarak verir. Ancak bu sadakaların tamamının bedeli, bir kurban fiyatına ulaşırsa, muhayyerdir. İster sadaka verir, ister kurban keser, El ihtiyar Şerhu'l Muhtar'da da böyledir.(252) hükmü kayıtlıdır. Müzdelife vakfesinden sonra; (Bayram'ın ilk günü) Akabe Cemresi'ni taşlamayı terk eden mükellefin üzerine bir kurban vacip olur.(253)

 

     Hz. Abdullah İbn-i Mes'ûd (ra)'dan rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te: "Bir nüsûkü (Ameli), diğer bir nüsûk üzerine takdim eden kimsenin üzerine bir dem (Koyun) lâzım gelir"(254) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu Hadis-i Şerifi esas alan Hanefi fûkahası; her amelin zamanında ve tertibe uygun olarak edâ edilmesinin şart olduğunda ittifak etmiştir. Meselâ; Akabe Cemresini taşlayan bir mükellef önce kurban kesmek, sonra tıraş olmak ve sonra da "Ziyaret" tavafını yapmak durumundadır. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rh.a)'ye göre hacc-ı kıran ve hacc-ı temettû yapan mükellef'in; kurban kesmeden önce tıraş olması halinde iki kurban kesmesi gerekir.(255) Birisi hacc kurbanı, diğeri de cezadır. Yine Bayram günleri geçinceye kadar tıraş olmayan ve ziyaret tavafını edâ etmeyen kimseye de kurban vacip olur.(256) İmameyn (rh.a) bu hususta muhaliftir.

 

   AVLANMANIN CEZASI: Kur'an-ı Kerim'de: "Ey iman edenler!.. Siz (Hacc ve Umre için) ihramlı iken av öldürmeyin. İçinizden kim onu bilerek öldürürse (üzerine) öldürdüğü o hayvanın misli (benzeri) bir ceza vardır ki; Kâbe'ye ulaşmış bir kurbanlık olmak üzere bunu içinizden adalet sahibi iki kişi hüküm (ve takdir) edecektir. Yahûd bir keffaret vardır ki (o nisbette) yoksulu doyurmak yahûd onun dengi oruç tutmaktır. Ta ki bu sûrette o kimse, ettiğinin vebalini atmış olsun. Allah geçmişi bağışladı. (Fakat) Kim bir daha böyle yaparsa Allah ondan intikamını alır. Allah mutlak galiptir, intikam sahibidir"(257) hükmü beyan buyurulmuştur. Hanefi fûkahası: "Yaratılışları itibariyle insanlardan kaçan ve korunan hayvanlara "Av hayvanları" denir. Av hayvanları iki çeşittir. Birincisi: Karada yaşayan av hayvanları, ikincisi: Denizde yaşayan av hayvanları. Hayvanların doğumları (Kara veya deniz) esas alınır, yaşayışları arızidir"(258) hükmünde ittifak etmiştir. İhramlı olan bir mükellef, karada yaşayan av hayvanını öldürürse veya avcılık yapan (İhramsız kimseye) kılavuzluk ederse cezalandırılır. Bu cezada; kasden veya unutarak yapanla, ilk defa veya tekrar tekrar yapan kimse müsavidir.(259)

 

    Feteva-ı Hindiyye'de: "Ceza, avlanan hayvanın kıymetine göre değişir. Şöyle ki; avın avlandığı zaman ve avlandığı yerdeki kıymetini adil olan iki mü'min takdir eder. Zira kıymetler zamanın ve mekânın değişmesi ile değişebilir. Av, kara hayvanı ise ve avlandığı yerde de av hayvanı satışı mevcut değilse; bakılır. Oraya en yakın yerde av hayvanı satışı yapılıyorsa, oradaki kıymet esas alınır. Tebyinde de böyledir. Avlayan muhrim (ihramlı kimse) muhayyerdir. İsterse vurduğu hayvanın bedeli ile bir kurban satın alır ve keser, isterse takdir edilen kıymete göre; fakirlere sadaka verir. Her fakire yarım sa' buğday (yaklaşık 1,667 kg.), yahut bir sa' arpa (Yaklaşık 3,334 kg.) veya bir sa' hurma verir. İsterse oruç tutar. Kafi'de de böyledir. Muhrim (ihramlı kimse) oruç tutmayı seçerse; vurduğu hayvanın kıymeti, iki adil kimse tarafından yiyecek olarak takdir edilir. Mükellef takdir edilen her yarım sa' buğday için bir gün oruç tutar"(260) hükmü kayıtlıdır.

 

     Hanefi fûkahası Ayet-i Kerime'de geçen: "İçinizden kim onu bilerek öldürürse (üzerine) öldürdüğü o hayvanın misli (benzeri) bir ceza vardır ki; Kâbe'ye ulaşmış bir kurbanlık olmak üzere bunu içinizden adelet sahibi iki kişi hüküm (ve takdir) edecektir" hükmünü esas alarak; avlanan hayvanın vücûd yaşının dikkate alınacağı ve bunun boğazlanan hayvanlarla (Eti yenen) mislinin tesbit edileceğini beyan etmiştir.(261) Meselâ "Geyik avlayan bir muhrim (ihramlı kimse) için, bir koyun, tavşan avlayan için bir oğlak kurban eder" denilmiştir!.. İmam-ı Merginani bu konuyu izah ederken: "Allahû Teâla (cc) ihramlı iken av öldüren kimse için: "(Onlara) ceza, öldürdükleri hayvanın neam'dan (Eti yenen hayvandan) mislidir" hükmünü beyan buyurmuştur. Eti yenen hayvandan (Neam'dan) onun misli; yaratılış (vücût yapısı, fıtrat) olarak benzeyendir. Çünkü kıymetine "Neam" denilmez. Sahabe-i Kiram'ın deve kuşunda, geyikte, vahşi eşekte ve tavşanda beyan ettiğimiz üzere yaratılış ve sûret (Görünüş) bakımından benzerini vacip kıldığını biliyoruz. Ayrıca Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Sırtlan bir avdır ve onda da bir koyun vardır" buyurduğu malûmdur. İmam-ı Muhammed (rh.a) kendisi için nâzir bulunamayan av hayvanınında kıymetin esas alınacacağını beyan etmiştir. Serçe, güvercin ve bunun gibi!.."(262) hükmünü beyan eder. Esasen avı öldüren muhrim iki adil mü'minin hükmüne uyarak hareket etmek durumundadır. İki adil mü'min; avın kıymetini takdir edip, kendisine tebliğ etmek durumundadır.(263) Av öldüren muhrim; kurban kesmeye (netice olarak) karar verirse, bunu ancak Mekke'de kesebilir, başka yerde kesemez..(264) Çünkü bu husus bizzat Ayet-i Kerime'de zikrolunmuştur. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rh.a) ile İmam-ı Yusuf (rh.a); "İki adil mü'min ancak kıymet takdirini yapabilirler; cezaya müstehak olan muhrim'in kurban, oruç veya sadaka olarak (herhangi birisinden) ödemesi hususuna karar veremezler. muhrim bu hususta muhayyerdir. Çünkü Ayet-i Kerime'de "ev" kelimesiyle araları ayrılmıştır. Bunun onun muhayyer olduğunu beyan eder" hükmünü beyan etmişlerdir. İmam-ı Muhammed (rh.a) ise; İki adil mü'min kıymet takdiri yaptığı gibi, avı öldüren muhrimin (Kurban, oruç veya sadaka'dan) hangisiyle amel edeceğine de karar verebilir buyurmuştur.(265)

 

     İnsanlara saldıran ve yırtıcı olan hayvanların öldürülmesinde bir beis yoktur.(266) Hanefi fûkahası, ihrama giren mü'minlere eziyyet veren hayvanlara "Faasık" ismi verildiği hususunda müttefiktir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "İhramda olan mükellef; fareyi, kargayı, dölengeç kuşunu, akrebi, yılanı ve saldırgan köpeği öldürebilir"(267) buyurduğu bilinmektedir. Yine İbn-i Ömer (ra)'den rivayet edilen bir Hadis-i Şerif'te: "Beş çeşit hayvan vardır ki, bunların hepsi faasıktır. Hıll'de de, Harem'de de öldürülebilirler: fare, akreb, karga, çaylak ve kuduz köpek"(268) buyurulmuştur. Hz. Aişe (r.anha) validemizden de bu hayvanların öldürülebileceğine dair rivayet ulaşmıştır. Abdullah İbn-i Mesûd (ra): "Resûl-i Ekrem (sav) ashabına Mina'da bir yılanı öldürmelerini emir buyurdu" demiştir. Dikkat edilirse "Faasık" olarak nitelendirilen bu hayvanların hiç birisinin eti yenmez. Av olarak da herhangi bir değeri yoktur. Hanefi fûkahası aynı özellikleri taşıyan diğer hayvanların öldürülüp-öldürülemiyeceği noktasında ihtilâf etmiştir. İmam-ı Azam Ebû hanife (rh.a)'den gelen zahir rivayet; Resûl-i Ekrem (sav)'in isimlerini zikrettiği  hayvanların dışındakilerin öldürülemiyeceği yolundadır. Ancak yırtıcı bir kuş veya vahşi bir hayvan (Arslan, kaplan vs...) ihramlı olan kimseye saldırırsa öldürülebilir. İmam-ı Merginani: "İhramlı olan mü'mine taarruz etmek haram kılınmıştır. Yoksa kendisine yapılan saldırıyı defetmek ve eziyyeti gidermek menedilmemiştir."(269) hükmünü beyan eder. Eğer saldırıyı defetmek ve eziyyeti gidermek; öldürmeden mümkün olursa, o yolun tercih edilmesi güzeldir.

 

    Bir av hayvanını yaralayan, tüylerini yolan veya o hayvanın bir uzvunu sakatlayan kimse, kıymetinden eksiltiği miktarı öder. Eğer bir kuşun tüylerini yolar veya av hayvanının ayaklarını keser de; kaçıp kurtulma imkânından mahrum bırakırsa, onun değerinin tamamını ödemek durumundadır.(270) Av hayvanının yumurtasını kırarsa yumurtanın kıymetini, içinden ölü yavru çıkarsa dirisinin kıymetini tasadduk eder.(271) Bu av hayvanının değerini de; yine o hususta bilgi sahibi, adil iki mü'min takdir edecektir.

 

     İhramlı bir kimseye av avlamak ve onu öldürmek haram olduğu gibi, ava delâlet etmesi (Avın yerini göstermesi) de yasaktır. Avı öldüren kimseye terettüp eden ceza, avın yerini gösterene de terettüp eder.(272) Ava delâlet etme'den murad; yardımdır. Bu bizzat el işaretiyle olabilceği gibi, kaş-göz hareketiyle de olabilir. Hz. Ebû Katade (ra)'den rivayet edilen Hadis-i Şerif'te ava delâlet etme yasaklanmıştır.(273) Hanefi fûkahası: "Ava (Gerek işaret, gerek diğer yollarla) delâlet etmek ihramlı kimseye yasaklanmıştır. Çünkü o yardımda, av hayvanının emniyetini ortadan kaldırma sözkonusudur. Av hayvanları insanlardan uzak durmak ve gizlenmek sebebiyle emin durumdadırlar. Avcıya işaret etmekle ve bulunduğu yeri haber vermekle, telef olmasına sebeb olunur. Halbuki ihramla birlikte taarruz ve taarruza sebep olacak hususlar yasaklanmıştır"(274) hükmünde ittifak etmiştir. Esasen Hz. Ata (ra)'dan rivayet edildiğine göre; insanlar avcıya delâlet eden muhriminin (ihramlı kimsenin) cezalandırılacağı hususunda ittifak etmişlerdir.

 

    Kur'an-ı Kerim'de: "Deniz avı yapmak ve onu yemek -kendinize de, müsafire de faide olmak üzere- size helâl edildi. İhramda bulunduğunuz müddetçe ise kara avı haram kılındı. Huzuruna varıp toplanacağnız Allah'dan korkun"(275) hükmü beyan buyurulmuştur. Dolasıyle ihramlı olan bir mü'mine, deniz avı helâl kılınmıştır.(276)

 

    Açlık sebebiyle ızdırar (Muzdar) hale düşen ihramlı kimse; herhangi bir kara avını öldürürse, yine de (Muzdar hale rağmen) cezasını öder.(277) Hanefi fûkahası, ızdarar halinde ölü (Leş) eti yemeyi, av hayvanına tercih etmiştir. Nitekim İbn-i Abidin: "Ölü eti (Leş) av üzerine tercih edilir. Bu Ebû Hanife ve İmam-ı Muhammed'e göredir. İmam-ı Yusuf ile İmam-ı Hasan'a göre avı keser. Fetva birinciye (Ebû Hanife ve İmam-ı Muhammed'e) göredir. Nitekim Şurunbulâliyye'de böyle denilmiştir. Ben derim ki: Bahır sahibi dahi bunu tercih etmiş; "Çünkü av etinde iki haramı irtikab etmek vardır. Bunlardan biri yemek, diğeri öldürmektir. Ölü etini yemekte ise sadece bir irtikâb vardır. O da yemektir demiştir. Hilâf evleviyet meselesidir. Nitekim Bahır sahibinin "Haniye'den naklettiği "Ölü evlâdır" sözünden anlaşılan da budur. Bir haram, iki haram sözlerinden murad, muzdar (Izdırar halinde) kalmazdan önceki asli hükümdür. Çünkü muzdar kaldıktan sonra artık haram diye birşey yoktur"(278) hükmünü zikreder. İhramlı kimsenin; koyun, sığır, deve, tavuk ve bunun gibi hayvanları şer'i usûle uygun olarak kesmesinde bir beis yoktur.(279) Ancak bunların dışında; evcil olan ördek ve kaz gibi hayvanları da kesebilir. Yabani ördek ve kaz; av hayvanı hükmündedir.

 

    Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Harem'in avı ürkütülmez"(280) Hadis-i Şerifini esas alan Hanefi fûkahası: "İhramsız olan bir kimse harem içerisinde bir av hayvanını vurduğu zaman, onun kıymetini fakirlere sadaka olarak verir. Zira bütün av hayvanları; harem sebebiyle emniyet hakkına haizdirler"(281) hükmünde ittifak etmiştir. İmam-ı Münziri: "Haremde avlanmak ihramlı olan kimseye de, ihrmalı olmayan kimseye de yasaktır"(282) hükmünde Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat''in müctehid imamlarının icma ettiğini kaydetmektedir. İhramlı olan kimsenin av hayvanlarının etini alıp-satması da batıldır.(283)

 

   HAREM BÖLGESİNİN BİTKİ VE AĞAÇLARI: İnsanların ekip-yetiştirdiği cinsten olmadığı gibi; onların emekleri sonucu da ortaya çıkmamış olan ağaç ve bitkilerin koparılması ve onlardan menfaat elde edilmesi helal değildir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Harem'in yeşil otu biçilmez ve dikeni de kesilmez"(284) buyurduğu bilinmektedir. Feteva-ı Hindiyye'de: "Bir kimse harem bölgesinin yeşil olan bir bitkisini kopardığı zaman, kopardığı şeyin kıymeti kadar yiyecek alır ve her fakire yarım sa' buğdayı (Yaklaşık 1,667 kg.) tasadduk eder. Bunu istediği yerde yapabilir. Bu şahıs dilerse bir kurbanlık alıp, harem'de kesebilir. Ancak bu cinayet sebebiyle oruç tutmak caiz değildir. Bu işi yapan kimsenin ihramlı veya ihramsız olması da müsavidir. Ayrıca kıymetini tasadduk etse dahi, kopardığı o bitkiden faydalanması mekruhtur. Satmış olursa, bu satış caiz olur ve satış karşılığı aldığı bedeli fakirlere tasadduk eder. Harem bölgesinin kurumuş, gelişme ve büyüme imkânı kalmamış olan bitkilerini koparmakta bir sakınca yoktur. Tahavi şerhi'nde böyledir"(285) hükmü kayıtlıdır. Harem'de insanların bizzat çalışarak yetiştirdiği; sebzelerin ekinlerin, çikçeklerin ve benzeri şeylerin, sahibinin izniyle koparılmasında mahzur yoktur. Ancak ihramlı olan bir kimse; başkasının bizzat yetiştirdiği harem bölgesindeki bir sebzesini kaparsa; kopardığı şeyin kıymetini sahibine (Kul hakkı) olarak ödemesi, aynı bedeli şer'i şerifin hakkı olarak farkilere tasadduk etmesi gerekir.  

Oy Ver :
 Puan: 0     Oy Sayısı : 0
    

 
 
Anasayfa Forum Radyo İlahiler Video Hatim Ziyaretci Defteri Üyelik İletişim Radyo Sitene Ekle

EmreBerlin sitesi için özel yazılmıştır 2000 - 2012

SincanSoft.com