Pekçok hâdise insanın arzu ve isteği dışında gelişir. İnsan sıkıntıya düşer, üzülür, zulme uğrar, başına musibet ve felaketler gelebilir. Ancak başa gelen her şey Allah'tan olduğuna göre, ilk anda görülmese de, neticesi itibariyle o musibette insan için bir fayda gözetilmiştir.
İşte, insan karşılaştığı bir hâdisede onun içindeki hayırlı neticeyi düşünüp içine sindirmelidir ki, tedirgin olmasın. Bunu anlayınca tahammül edip bekler; Allah'a tevekkül eder, kendisini olayların akışına kaptırmaz. İşte bu davranışın adı sabırdır.
Diğer taraftan, bazen olur, pekçok nimetten istifade eder. Olaylar arzu ettiği şekilde gelişir. Birçok nimete sahip olur, yahut kendisinde bulunup da başkasında olmayan bazı nimetleri hatırlar, bir lütuf olarak kendisine verildiğini idrak eder. Böylece, verilen nimetleri, verenin emri yolunda kullanacağını anlar, şükreder.
İşte olgun insan, üzücü olaylar karşısında anında sabır silâhını kullanır. Başına daha büyük bir musibet gelmediği için Rabbine şükreder.
Peygamberimiz sabır kahramanı olduğu gibi, şükür deryasıdır da. Çünkü en büyük bela ve musibetler onun başına gelmiş; bununla birlikte en büyük nimet ve imkânlar da kendisine verilmiştir.
Bir hadiste ifade buyurduğu gibi, "En çok musibet ve meşakkate uğrayanlar, insanların en hayırlıları ve olgunlarıdır."
Peygamberimiz de insanların en olgunu ve en hayırlısı olduğundan, imtihan için, Cenab-ı Hak en çetin musibetleri ona vermiştir.
Efendimizin hayâtını gözden geçirdiğimizde, en çok onun bela ve musibetlere uğradığını görürüz. Daha dünyaya gelmeden babasını kaybetmiş; altı yaşında annesinin, iki sene sonra dedesinin vefatını görmüştü. Peygamberliğini müteakip düşmanlarına karşı kendisini koruyan amcası Ebû Talib'in ve en çok desteğini gören hanımı Hz. Hatice'nin vefatına şahit olmuştu. Hz. Fatıma'dan başka bütün çocukları, ya küçük yaşta veya genç yaşta vefat etmişlerdir.
Bütün bu musibetler Peygamberimizin gözlerini yaşartmış, fakat onun ağzından kaderi suçlayıcı biçimde tek bir söz duyulmamış, bir feryat işitilmemiştir. Bu felâketler karşısında asla sarsılmamış, yılgınlık duymamış, sadece sabretmiştir.
Peygamberliğinden sonra ise, insanları kurtuluşa çağırdığı için kendi kavmi, kabilesi ve yakın akrabaları tarafından ölümle tehdit edilmiş, işkence yapılmış, hakarete maruz kalmış, alaya alınmıştır. Bununla kalınmamış, varlığına tahammül edemeyenler, onu öldürmek için plân kurmuşlardır.
Bu kadar eziyetlere sabreden Peygamberimiz, sonunda doğup büyüdüğü, elli yıl hayâtını geçirdiği vatanını terk etme mecburiyetinde kalmıştır. Müşrikler, hicretine de engel olmak için her türlü yola başvurmuşlar; fakat kurdukları bütün tuzaklar sonuçsuz
kalmıştır. Aradan fazla bir zaman geçmeden de ordular düzenleyerek üzerine yürümüşlerdir.
Peygamberimiz müşriklerle yaptığı bu savaşlarda bir hayli zor anlar yaşadı, hayatî tehlikeler atlattı. Medine'yi savunmak için hendek kazdı, günlerce aç kaldı. O halde dahi en küçük bir bıkkınlık göstermeden sabır ve metanet gösterdi. Çünkü o biliyordu ki, sabreden, zafere erecektir.
İnsan geçici olan musibetlere dayanabilir, fakat peş peşe, arka arkaya gelen zincirleme felâketlere sabretmesi oldukça güçtür. İşte Peygamberimiz, hayâtı boyunca her çeşit musibete uğradığı halde, sabır ve azminden, tevekkül ve itimadından hiçbir şey kaybetmemiştir. Felâketler arttıkça onun da dayanma gücü artmıştır.
Bu sabrı sonunda düşmanlar dize gelmiş, yılmışlar, bazıları da düşman oldukları İslâmı kabul ederek, sonunda Peygamber safında yer almışlardır.