İslam, içinde hidayet kaynaklarını taşıyan ve her asırda in­sanlara yetecek olan tek doğru dindir. Bu yüzden özgür bir İslami hayatın peşinde koşmak ve hayatı İslam’i ölçüler içinde devam ettirmek, herkesin hakkıdır ve görevidir.  Çünkü İslam, koyduğu evrens'el ve değişmez ilkelerle hayatın temel esaslarını ve insan haklarını muhafaza eder. Ayrıca o, ilkelerinin her za­man ve zeminde uygulanabilmesini sağlamak amacıyla akli ve içtihadı faaliyetlere çok yer ve değer verir. İşte bu özelliğinden dolayı İslam, hem din hem de dünyadır. Bunun için o, Peygamber (as) döneminde davetten devlete ulaşmıştır.

Ne var ki geçmişte olduğu gibi günümüzde de Müslümanla­rı, Kitaplarından tanıdıkları ve Peygamberlerinden aldıkları İs­lam'dan uzaklaştırma çabaları devam etmektedir. Bu çaba için­de olanlar, insanların dinden kopuk bir hayat sürmelerini iste­mekte ve dinin toplum hayatına girmemesi gerektiğini savun­maktadırlar. Özellikle şimdilerde irtica ve gericilik gibi heyu­lalarla İslam boğulmaya çalışılmaktadır.

Halbuki İslam, hem mensupları için hayatı anlamlı kılan bi­linçli bir tercihtir, hem de toplumsal ve kültürel hayatın en te­mel unsurudur. Onu hayatta anlamlı ve kılan da budur. Bu yüz­den İslam'ın sosyal ve siyasi hayatta yer alması, doğal ve doğ­rudur, bunda şaşılacak ve korkulacak bir şey de yoktur.

Ancak, İslam'ın toplum hayatında etkili bir konuma gelme­sini hastalıklı bir olgu olarak değerlendirenler de vardır. Bunlar, toplumun İslamlaşmasını sosyal bir felaket ve rejim için bir tehdit olarak görüp güvenlik stratejisi ile devletin İslam'ı bas­tırmasını istemektedirler.

İslamigelişmeleri, normal dışı bir olguymuş gibi kabul eden bu paradigmanın dayandığı yanlış varsayım, İslam'ı, toplumsal ve siyasal hayat bakımından gözardı edilebilir, yabancı ve hari­ci bir unsur gibi görmektir. Halbuki İslam, Türkiye'nin toplum­sal, tarihsel ve kültürel dokusunun en temel olgusudur. Tarihsel ve kültürel olarak da Türkiye bir İslam ülkesidir. İşte en önemli sorun, bazı kimselerin, bu açık gerçeği görmezlikten gelmeleri­dir.

Büyük ölçüde pozitivist görüşün etkisinde kalan kimi ke­simler, dinin siyasetten ayrılmasını yeterli görmemekte, İs­lam'ın toplum içindeki etkisini bütünüyle ortadan kaldırmaya çalışmaktadırlar. Bunun için anılan kesimler tarafından radikal bir din aleyhtarlığı, siyasi doktrin olarak benimsenmekte ve bu anlayış tekelci bir otorite aracılığı ile de topluma dayatılmak istenmektedir.

Ancak toplumsal gerçekleri, zihinsel kurgulara uydurma gi­rişimleri çoğu zaman başarılı olamaz. Nitekim şer odaklarının ve belirli mihrakların İslam karşıtı hasmane tutum ve davranış­larına rağmen İslam, Türkiye'de hâlâ huzurun, barışın, kardeş­liğin, sosyal dayanışmanın, birlik ve beraberliğin kaynağı ol­maya devam etmektedir. Ne var ki bu gerçek, ülkenin ve mille­tin ilerlemesini istemeyen çevreleri hep rahatsız etmiş ve onları İslam'a karşı tedbir almaya itmiştir. Bu da onları İslam'la kav­gaya sevk etmiş ve Müslüman bir ülkede İslamsız bir hayat kurmanın ham hayali peşinde koşturmuştur.

Sözün özü şudur:

İslam'ın, fert ve toplum hayatının her ala­nında yer almasında şaşılacak ve korkulacak bir durum yoktur. Aksine toplumsal barışın sağlanması ve sürdürülmesi için buna ihtiyaç vardır. Kim İslam'ı bu toplumun yabancı bir unsuru ola­rak görüyor ve onu toplum için bir tehlike gibi gösteriyorsa o, hem bu toplumu hem de İslam'ı tanımıyor demektir. Ayrıca Türkiye'de İslam'ın toplumsal tabanını baskı yoluyla yok et­menin imkânsız olduğunu artık herkes görmüş olmalıdır. Baskı politikası sadece Müslümanlar için değil, bütün insanlar için çok vahim bir tehdittir. Bu yanlış tutum ve yaklaşımlar terk edilmedikçe toplumla ilgili hiçbir proje, olumlu netice vermeyecektir. İnsanın huzur ve güveni, dünyanın dirliği ve düzeni İs­lam'dadır. Öyleyse çıkar yol İslam'la yaşamayı öğrenmektir

Oy Ver :
 Puan: 0     Oy Sayısı : 0
    

 
 
Anasayfa Forum Radyo İlahiler Video Hatim Ziyaretci Defteri Üyelik İletişim Radyo Sitene Ekle

EmreBerlin sitesi için özel yazılmıştır 2000 - 2012

SincanSoft.com