Nefsi isteklere uymak ne kadar çirkin bir binektir. Çünkü nefis, insanı fitne ve karanlıklara sürükler. Sabretmesi ve tahammül etmesi güç bir yaratıktır. Seni devamlı zorluklara ve yanlışlıklara iter.
Kim nefsi isteklerin arzusuyla dünya hayatına bakarsa, cehennemde yanmayı hak eder. Allah-u Zülcelal nefisle mücahede hakkında şöyle buyurur:

"Her nefis, ne hayır işlemiş, ne kötülük yapmış ise onları önüne konmuş bulur. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Allah kullarına çok şefkatlidir." (Al-i İmran; 30)
İnsan dâima kendi nefsiyle hesap görecek; bir hata veya masiyet yaptığı zaman o hata üzerinde nefsini cezalandıracaktır.
Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) birgün, ikindi namazında bahçesinden camiye gelip cemaatin dağılmış olduğunu görünce, ikiyüzbin dirhem değerindeki bahçeyi, nefsine ceza vererek sadaka olarak vermiştir.
Rebi b. Haysem (Radıyallahu Anh) anlatıyor;
“Kendisinden nasihat dinlemek amacıyla Veysel Karani (Radıyallahu Anh)'nin yanına gittim. Sabaha kadar oturmuştu; ben de onunla beraber oturdum. Sabah namazını kıldı. Tesbihatını yapsın dedim. Tesbihatla meşgul oldu, hatta öğleye kadar buna devam etti; öğle namazını kıldı ve oturdu; İkindiye kadar... İkindi namazını da kıldı, akşama kadar...
Böylece tekrar sabaha kadar devam etti. Sabah olunca sabah namazını kıldı; sonra yine oturdu ve uyku ona bir anlık peyda oldu ve şöyle buyurdu;
"Allah’ım! Çok uyuyan gözden ve doymayan karından sana sığınırım.”
Bunun üzerine ; "Onun bu durumu bana kafidir.” dedim ve oradan ayrıldım.”
Görüldüğü gibi Veysel Karani (Radıyallahu Anh)'nin Allah-u Zülcelal'e karşı durumu, gayreti ve nefsiyle mücahedesi bir Sahabe'ye dahi büyük bir ibret oldu...
İşte bizler Onların yaşantısıyla bizim yaşantımızı karşılaştırırsak kendimizi nereye koymamız gerekir; iyi düşünmeliyiz!..
Desen ki; "Nefsim itaat etmiyor, acaba ilacı nedir?" Bu hususta Hz. Lokman (Aleyhisselam) oğluna şöyle dedi;
Ey oğlum! Nefsin arzularına uymaktan sakın, zira nefsin doğru olmayan kötü bir isteği vardır. Şayet nefsine biraz uydun mu, daha fazla isteyecek, daha da azgınlaşacak...
Çakmak taşında ateşin gizlenmesi gibi, nefsin istekleri de kalbte öyle gizlidir. Çakıldığı zaman parlar, kendi haline bırakıldığı zaman gizlenir."
Geçmişte yaşamış sâlih kimselerin menkıbelerini ibretle okuyup üzerine düşünmemiz bize yön verecektir. Veysel Karani (Radıyallahu Anh) bir çoban olduğu halde, Allah-u Zülcelal'e dost olduğu için dünyanın her yerinden onu ziyarete gelip gidiyorlardı.
Öyle bir kulluk yaptı ki; amelleri makamını, mevkisini o derece yükseltti. O Allah dostlarının öyle şerefli olduğunu düşünüp ibret almak ve onların amellerine yöneltecek vasıtaları, sebepleri seferber etmek lazımdır.
Zamanımızda yeme, içme, giyim kuşam vs. çok bol olduğu halde, onlara mutabaat yapmak için nefsimizle mücahede etmemiz bizim için çok büyük bir şeref ve kazançtır. O Allah dostları bu zamanda olmadığı için onların hal ve hareketlerini görmedik.
Fakat, onların kitaplarını ve menkıbelerini okumak, kişi için en büyük ilaç ve Allah-u Zülcelal'in rızasını kazanmaya sebeptir.
Onlar çok meşakkat çekmişlerse de gitmişler, fakat onların amelleri; kazanmış oldukları sevap ve mükafatlar beraberlerindedir, bâkidir.
Onlara mutabaat yapmamak ve bir kaç günlük hayat için şehvetlerine uyup, ebedi saadet yeri olan ahiret hayatını perişan etmek, ne büyük bir hatadır!
Geçmiş kadın evliyalardan olan Rabiatü'1 Adeviyye (Kuddise Sırruh)'nin mücahade hususundaki münacaatı şöyledir.
"Ya ilahi! Gözler uyudu, melikler, padişahlar kapılarını kapattılar; sevgililer sevdikleriyle başbaşa kaldılar, ben ise şimdi senin huzurunda ve emrinde ayaktayım." derdi ve bu şekilde, sabaha kadar ibadet, zikir, fikirle meşgul olurdu. Sabah namazını kıldıktan sonra da şu şekilde dua ederdi;
"Ya Rabbi! Gece arkasını döndü gitti, gündüz de yüzünü verdi. Kabul ettiğini bilseydim, tebrik ederdim. (Bayram ederdim.) Kabul etmediğini bilseydim, kendimi bu musibetten dolayı taziye ederdim.”
Namazlığın etrafı abdest almış gibi ıslak olurdu. O ıslaklık gözlerinden akan yaştı, o kadar çok ağlardı ki o şekilde etrafı ıslanırdı...
Yine, Allah-u Zülcelal'e münacaat ederek şöyle derdi;
"Ya Rabbi, azametine yemin ederim ki, bu hâlim benim için ahlak ve prensip olmuştur, beni kapından kovsan da Senin kerem ve cömertliğine sığınır, yine kapından ayrılmam. Çünkü kalbime öylece yerleşmiştir."
Bu, erkekler ve kadınlar için ibret olsun. Bazı meselelerde erkek olarak arkadaşına;
"Kadın gibisin!.." dersin, onu aşağı ve basit görürsün... Var mı sende bu mübarek kadın gibi erkeklik...
Öyleyse adam gibi çalışıp çabalamak ve en azından o kadının yaptığını yapmak lazımdır.
Ey nefsim, bak! Bu Allah dostu Rabia (Kuddise Sırruh) böyle yapıyordu. Senin de en azından ona mutabaat yapman lazımdır. Velev ki denizden bir damla kadar bile olsa...
Yahya İbn-i Muaz dedi ki:
"Gözün, dünyada ona fazla önem vermeyecek derecede olsun. Nefsin isteklerini kesinlikle yapma ki; çalışman yalnız günlük rızkını temin derecesinde olsun. Devamlı olarak ahiret için çalış.”
İnsan nefsini, muhalefet kılıcı ile her öldürüşünde, Allah-u zülcelal onu yeniden diriltir. Dirildiği zaman yine bir çok şeyler ister, insanla inada tutuşur; kötülük kanatlarını açar, yine uçmaya başlar.
İşte hal böyle olunca insana düşen görev, yine inatçı nefsi ile cihat etmektir. Nefis ölmez, insan sağ oldukça oda olur. Yalnız, nefis terbiye olur.
İnsana düşen yegane görev, onu terbiye etmek sureti ile ıslaha çalışmaktır. Bu mücadelenin sonunda mükafatta büyük olur. İman sahibinin daimi vazifesi, nefsini yenmektir.
En büyük ibadet ve en zor iş nefisle uğraşmaktır. Çünkü Allah-u zülcelal ayet-i kerimede bu mücadeleye işaret ederek buyuruyor ki;
"Ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.” (Hicr; 99)
Buradaki ibadetten mânâ, nefse karşı olmaktır. Kaldı ki, bütün hayırlar nefise karşı olmakla başlar. Daima onun istemediklerini yapmak lazımdır.
Her iman sahibi, Allah-u Zülcelal’in huzuruna çıktığı zaman; nefsini islah etmiş olmalıdır. Bu hal, o imanlı kimseyi cennete götürür. Cennete sadece iman sahipleri girer. Oraya bir defa giren, sonuna kadar kalır, bir daha çıkarılmaz. Cennette güzelliklere sınır yoktur. Her an yenisi gelir.
Bunların önü, sonu ve tükeneceği yoktur. Bu güzellikler, dünyada her an, her gün nefisle yapılacak mücadelenin mükafatıdır. Öyle ise:
"Ey Nefsim! Dünya ahiretin tarlasıdır. Eğer bu yazdığımız güzellikleri istiyorsan, kendini müstehak etmek için, biraz gayret göster, itaatkâr ol ve Allah-u Zülcelal’in yolundan ayrılma ki sonunda bu güzelliklere kavuşabilesin.” 

Oy Ver :
 Puan: 0     Oy Sayısı : 0
    

 
 
Anasayfa Forum Radyo İlahiler Video Hatim Ziyaretci Defteri Üyelik İletişim Radyo Sitene Ekle

EmreBerlin sitesi için özel yazılmıştır 2000 - 2012

SincanSoft.com