|
|
|
bHadis-i şerifin en son cümlesinde: "Bir kimseyi ameli yavaşlatırsa, nesebi hızlandıramaz." buyrulmuştur. Bunun ma'nâsı: Kimin ameli eksikse, o amel sahibi kimselerin mertebesine ulaşamaz. Hiç kimse, manevî mertebeleri katetmede nesebinin şerefine, ecdadının faziletine umut bağlamamalıdır. Yakınlarına güvenip amelde ihmâle yer vermemelidir, demektir. Hz. Osman (R.A.)'dan rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurdu: "Kıyamet günü üç zümre şefaat eder: Peygamberler, sonra alimler sonra da şehidler." Abdullah b. Ebi Evfâ (R.A.)'den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) efendimiz: "Alimin uykusu ibadet, nefesi tesbihtir." buyurdu. Ebu Hureyre (R.A.)'den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurdu: "Kim alime ikramda bulunursa yetmiş peygambere ikram etmiş gibidir. Kim de öğrenciye ikram ederse, adeta yetmiş şehide ikramda bulunmuş olur." Yine bu hususta Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurdu: "Kim alimin arkasında namaz kılarsa, sanki Peygamberin arkasında kılmıştır." Bu zikrettiklerimizle açığa çıkıyor ki, ALLAH Teâlâ için, ilimle meşgul olmak; namaz oruç, tesbih, dua ve benzeri bedeni nafile ibadetlerden daha üstündür. Çünkü ilmin faydası, sahibiyle birlikte diğer insanları da kapsar. Oysa bedeni nafile ibadetler, sahibine mahsusturlar. Çünkü ilim, kendisi dışındaki ibadetleri düzelticidir. Dolayısıyla ibadetler, ilme muhtaçtırlar, ona bağlıdırlar. Ama ilim onlara bağlı değildir. Zira alimler, peygamberlerin varisleridirler. Bu mirasçılık rütbesi, diğer ibadet edenler için değildir. Çünkü alime, ilimde itaat etmek, başkalarının görevidir. Zira ilmin eseri, sahibinin ölümünden sonra baki kalır. Onun dışındaki nafile ibadetler, sahibinin ölümüyle kesilivermektedirler. Ve yine ilmin baki kalmasında, dinin diriltilmesi ve dinin yüce değerlerinin korunması vardır. İlmin ve alimlerin faziletiyle ilgili bütün bu söylenenler, ancak ve ancak, ilimle ALLAH Teâlâ'nın hoşnutluğunu ve Naim cennetlerinde ALLAH Teâlâ'ya yakın olmayı amaçlayan müttakî, erdemli, ilmiyle amil eden alimler hakkındadır. Yoksa kötü niyetle, soysuz bir düşünceyle yönelen veya bağlılarının ve öğrencilerinin çokluğuyla başkalarından üstün çıkmak, mal ve makam gibi dünyevi maksatlar için ilim taleb eden kimselerle asla ilgili değildir. Ka'b b. Malik (R.A.)'den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurdu: "Her kim, ilmi onun çokluğuyla alimlere galip gelmek veya cahillerle boş tartışmalara girmek veya onun sayesinde insanları kendisine yöneltmek amacıyla taleb ederse ALLAH Teâlâ, onu cehenneme sokar." Abdullah b. Ömer (R.A.)'den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurdu: "Kim ki, ALLAH Teâlâ'dan başkası için ilim tahsil eder ve onunla, ALLAH Teâlâ'nın hoşnutluğundan başka bir şeyi dilerse, cehennemdeki yerine hazırlansın." Ebu Hureyre (R.A.)'den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurdu: "Her kim, kendisi ile ALLAH Teâlâ'nın rızası kazanılan bir ilmi, sırf dünyalık bir maksada ulaşmak için tahsil ederse, kıyamet günü cennetin kokusunu koklayamaz." Ehlullahın büyüklerinden olan Fuzayl b. Iyaz (R.A.) şöyle demiştir: "Eğer ilim sahibi olanlar, kendilerini değerli tutup, vakarlı olup dinlerinden taviz vermeselerdi, ilmi yüceltip muhafaza etselerdi ve onu ALLAH Teâlâ'nın indirdiği şekilde uygulayarak insanlara ulaştırsalardı; muhakkak ki zorba hükümdarların boyunları onların karşısında eğilirdi. İnsanlar da onları dinleyip onlara uyardı. Hem İslam hem de Müslümanlar aziz, yüce ve güçlü olurdu. Fakat onlar yani ilim sahibi olanlar kendi değerlerini düşürdüler. Dünyalıkları iyi durumda olduğu sürece dinlerinden noksanlaştırılan şeyleri arayıp sormadılar. Dinlerinden verilen tavizlere aldırış etmediler. İnsanların ellerindeki nimetlere nail olabilmek için ilimlerini onlara, onların arzuları doğrultusunda harcadılar. Böyle olunca değerleri düşüp insanların gözünde de küçülmüş oldular." Öyleyse ömür sermayemizi iyi değerlendirelim. Bir sel gibi alıp giden zamanımızı boşa harcamayalım. Bilelim ki ömrümüz, sayılı günlerden ibarettir. İnsana en büyük meziyetleri kazandıran, insanı cehalet karanlıklarından kurtaran, insana olgunluk bahşeden, içinde ALLAH Teâlâ ve Resûlünün rızası bulunan ilimleri tahsil edelim. Öğrendiğimiz faydalı ilimleri nefsimizde yaşayalım. Eşimize, çocuklarımıza, yakınlarımıza, Müslümanlara ve bütün insanlara öğretip onların da yaşamalarını temin edelim. Unutmayalım ki ilimden nasip alamayan bir insan, ruhsuz bir ceset gibidir. İlmin girmediği kalp ve kafa, harap olmuş bir binaya benzer
|
|
Oy Ver :
|
|
|
|
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Kutb-i ebdal [kutb-i medar], âlemde, dünyada her şeyin var olmasına ve varlıkta durabilmesi için feyz gelmesine vasıta olan zattır. Her şeyin yaratılması, rızıkların gönderilmesi, dertlerin, belaların giderilmesi, hastaların iyi olması, bedenlerin afiyette olması, kutb-i ebdalin feyzleriyle olur.
Kutb-i irşad ise, âlemin irşadı ve hidayeti için, feyzlerin gelmesine vasıta olur. İman etmek, hidayete kavuşmak, ibadet yapabilmek, günahlara tevbe etmek, kutb-i irşadın feyzleriyle olur. Kutb-i irşadla, bütün insanlara iman ve hidayet gelmektedir. Kalbi bozuk olanlara gelen feyzler, dalalet, kötülük hâline döner. Şeker hastasına verilen tatlıların, onun kanında zehir hâline dönmesine benzer. Yahut safrası bozuk olana, tatlının acı gelmesine benzer.
Her zaman, kutb-i ebdal bulunur, çünkü âlem, onunla nizam bulur. Bunlardan biri ölünce, bunun yerine başkası tayin edilir. Kutb-i irşad ise, çok az bulunur. Asırlar sonra, böyle bir cevher gelir. Kararmış olan âlem, onun gelmesiyle aydınlanır. Onun irşadının nurları, bütün dünyaya yayılır. Yerden Arş’a kadar, herkese rüşd, hidayet, iman ve marifet, onun yoluyla gelir. Herkes, ondan feyz alır. Arada o olmadan, kimse bu nimete kavuşamaz. O büyük zatı tanıyan ve seven bir kimse, onu düşünürse yahut o, bir kimseyi sever, onun yükselmesini isterse, o kimsenin kalbinde, sanki bir pencere açılır. Sevgisi ve ihlâsına göre, o deryadan kalbi feyz alır.
Bunun gibi, bir kimse, Allahü teâlâyı zikrederse ve bu zatı hiç düşünmezse, mesela onu tanımazsa, yine ondan feyz alır, fakat birinci feyz daha fazla olur. Bir kimse, o büyük zatı inkâr eder, beğenmezse yahut o büyük zat, bu kimseye incinmişse, bu kimse Allahü teâlâyı zikretse de, rüşd ve hidayete kavuşamaz. Ona inanmaması veya onu incitmiş olması, feyz yolunu kapatır. O zat bu kimsenin zararını istemese de, hidayete kavuşamaz. Rüşd ve hidayet, var görünürse de yoktur. Faydası çok azdır. O zata inanan ve sevenler, onu düşünmeseler de ve Allahü teâlâyı zikretmeseler de, yalnız sevdikleri için rüşd ve hidayet nuruna kavuşurlar. (1/260)
Kutb-i irşad denilen Ehl-i sünnet âlimi, her zaman ve her yerde bulunmaz. Her köşedeki cahil tarikatçıları, şeyh sanmamalı, tuzaklarına düşerek sonsuz saadetten mahrum kalmamalıdır.
.........................................
Dünyayı sevenlerden ırak ol sözümü tut,geldikce ecel,cismini didane çekerler.Varislere kalır nesin varsa kamusu,cem ettiğin sim-zeri yabana çekerler.Dur olma meclisi Uşakı Hudadan onlar nice facirleri Yezdana çekerler.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|